Lock, Stock and Two
Smoking Barrels, Snatch gibi filmlerin yanı sıra ana akım dünyaya daldığı
Alaaddin gibi bir filmi de yöneten çeşitli ve hatta renkli bir yelpazeye sahip
olan sinematografisine son yıllarda yaptığı hataların da farkına varmış olacak
ki birçoğunun öze dönüş olarak nitelendirdiği ve ben de dahil birçoğunun zevkle
izlediği The Gentlemen filmini ekliyor Guy Ritchie. Motivasyonunu kimi
kurallara sahip, iş ahlakı olan Micky Pearson’dan alan senaryo entrika dolu bir
dünya vadediyor bize ve bunu da hakkıyla yerine getiriyor. Karakterlerin it
dalaşına girdiği, herkesin birbirinin ardından işler çevirdiği ve bunu bir koz
olarak kullandığı bu dünyada neyin ne olduğu finale kadar anlaşılamıyor.
Düetler ve düellelor savaşında karakterlerle özdeşleşmemiz ama bunu yaparken de
yer yer kafamızın karışması mümkün. Ancak buna karşın tüm açıklamaları açık bir
şekilde veren hikayenin en güzel yanı ise Guy Ritchie’nin elinden çıkan,
Fletcher’ da ve belki de kim bilir Guy Ritchie’nin kendi yansıması olan bu
karakterde hayat bulan hikaye anlatma ustalığı.
Bu ustalık kendini yer
yer filmin kurgusunda da gösteriyor. Hikayenin aslında bildiğimiz gibi
olmadığını anlatan ve hikaye anlatıcısının anlatısına hizmet eden kurgu bizlere
kesinlikle daha keyifli bir seyir zevki sunuyor. İngiliz karakterlerin cirit attığı bu suç dünyasında, aksan şelalesinin tam ortasında hiç sıkılmadan
geçirilen yaklaşık iki saat aslında bize Guy Ritchie ile ilgili de yukarıda
değindiğim gibi kimi ipuçları veriyor. Ana akımın ortasına düşen ve kimi gişe
filmlerine imza atan bu yönetmen artık bunu istememiş ve böyle anılmaktan
korkmuş olacak ki tekrar eski tarzına dönüp bakın ben hala buradayım ve ben
buyum demek istiyor gibi sanki. Bunu da akılcı bir hikaye anlatım tekniğiyle,
yerinde kamera açılarıyla ve kesinlikle göze hitap eden sanat yönetmenliği ile
yapıyor. İngiltere’nin zevkli dekorları ve evleri birçok yerde göze çarpıyor.
Centilmen kelimesinin hak edilişini gösterirmiş gibi seçilen kıyafetler aslında
bizlere ne kadar doğru bir seçim yapıldığını gösteriyor.
Bütün bunlara destek olarak oyuncu kadrosu gerçekten ilk olarak afişte dikkat çekmeyi başarıyor. Hikayeye ağırbaşlılık katan, iş ahlakına ve kimi kurallara sahip ama yeri gelince şiddeti de bir enstrüman olarak kullanmaktan çekinmeyen uyuşturucu imparatorluğunun sahibi rolünde Matthew McConaughey, onun yardımcısı olarak ve lafların söyleyişte çok iyi oturmasından dolayı bilerek onun diyaloglarına küfür yazıldığını düşündüğüm Charlie Hunnam bazı durumlarda ana karakterin önüne geçmeyi başarıyor. Ve tabi ki Collin Farrel’ın destek atışları, Hugh Grant’ın muzip hikaye anlatıcısı karakterindeki halleri filme artı değer katıyor.
The Gentlemen yer yer komedi esansına batırılarak kendisini izlettirmeyi başaran bir yapım. Çok yoğun incelemelere girmeyi gerektirecek derinliğe sahip olmadan senaryonun muzipliği ile tat vermesini bilen iyi bir film.
7/10


Hiç yorum yok:
Yorum Gönder